Tasarım,
sanat ve fikir kütüphanesi

BARN Arch

16.05.2018
Sayı 20

Geçici Mimari İle Anları Tasarlamak...

Röportaj: Ebru Kentoğlu


Ağacan Bahadır ve Tümer Keser ortaklığında 2016 yılında kurulan BARN Arch, mimari ve iç mekan tasarımlarının yanı sıra “geçici mimari”, “markalanmış deneyim alanları” gibi kavramları odağına alan projeler geliştiriyor. Anları tasarlama üzerine deneyimlere önem veren BARN Arch’ın farklı disiplinlerden beslenen tasarım süreçlerine dair merak ettiklerimizi sorduk.

Kendinizden ve BARN arch.'ın kurulma sürecinden biraz bahseder misiniz?

Ağacan Bahadır: İkimiz de İTÜ'de aynı dönemde lisans eğitimi aldık ve 2014 yılında mezun olduk. Okuduğumuz dönemde şehir ve mekanları üzerine hem okul içinde hem dışında projeler üretmeye başladık. Mezuniyet öncesi düşüncelerimizi fiziksel olarak inşa etme fırsatları yakalamaya başladık ve kendimizi profesyonel yaşamın içinde bulduk. Aslında en keyifli yıllardı diyebiliriz. Okuldan beslenip dışarıda üretme imkanının olması oldukça heyecan vericiydi. BARN da bu heyecanın mekanı ve ismi oldu.

BARN arch. olarak mimari ve iç mekan tasarımı hizmeti veriyor, projelerinizde ise en çok "geçici mimari" kavramı üzerine yoğunlaşıyorsunuz. Yaratıcı, interaktif ve mekanı farklı boyutlarda deneyimlemeye olanak sağlayan bu konsepte yönelmenizin sebebini öğrenebilir miyiz?

Tümer Keser: Bu konu da üniversite yıllarımızda olgunlaşan bir kavramdı bizim için. Ürettiğimiz projelerin zaman-mekan-kent üzerinden bolca okumalarını yapıyorduk ve zamanı birincil parametre olarak önümüze alıyorduk. Kente dair olgunlaşan fikirlerimizi projelerimizde farkındalık yaratacak mekanlar olarak işlemeye başlayınca, farkındalık durumunun kişinin mekanlarda geçirdiği süreç içerisindeki anlarda olduğunu keşfettik. Şu an her şeyin merkezine bu karşılaşmaları ve anları alıyoruz diyebiliriz. Geçici mimari kavramı üzerine yaptığımız çalışmalar bize anları tasarlama konusunda deneyim kazandırarak, mimari ve iç mekan tasarımlarımızda çoklama imkanı sunuyor. Tasarladığımız mekanlar, provası alınmış anlar dizisine dönüşüyor. Tersinir olarak birden fazla anı bir arada düşünme durumu geçici mekan projelerimizin içeriğinde farklılaşmalar doğuruyor. Bu karşılıklı besleme durumu devam ettiği sürece sanırım aynı yönelim devam edecektir.

Portföyünüzde sergi, festival, konser, konut, restoran gibi birbirinden farklı deneyimler sunan çalışmalar yer alıyor. Her bir proje sizin için farklı disiplinlerden beslenen yepyeni bir deneyim sürecini beraberinde getiriyor. İnteraktif ve dinamik bir yapıya sahip bu süreçleri, projelerinizden de örnekler vererek paylaşabilir misiniz? Bu süreç içerisinde malzeme kullanımı, işlevsellik gibi konular da dahil olmak üzere dikkat ettiğiniz noktalar ve ilham kaynaklarınız neler?

A.B.: Her proje sonunda yarattığımız senaryoların durumlarını gözlemliyor, anları okuyarak senaryonun işlerliğini kontrol etmeye çalışıyoruz. Çalışılan konuların farklı zaman ve kullanıcılar üzerinden okunması, aynı senaryoları aynı deneyimlerle kurgulamamızın önüne geçiyor. Bu da son zamanlarda benzer işler üzerine uzmanlaşmak yerine farklı senaryolardaki zaman, kullanıcı ve mekanlarda çalışmanın potansiyellerinden faydalanmamızı sağladı. Bazen saniyeleri bile tasarladığımız projeler varken şimdi ayları ve yılları tasarlamaya başladık. Öte yandan programların çok keskin olduğu bir alanda yeni senaryolar yaratmak biraz daha zor. Biz bu durumda alışılagelmiş malzeme kullanımları ve ihtiyaç listelerini sil baştan kurgulamak yerine, bu listelerde reformlar yapmayı ya da listeleri eklemlenerek çoğaltmayı deniyoruz. Çokça bahsettiğimiz, malzemelerin kullanımlarını çeşitleme hikayemiz de bunun bir sonucu. RBMA Sahnesi ve 76-77'nin tasarım süreçlerinin çakışmasını buna bir örnek olarak sunabiliriz. Bir sahne ve konut tasarımı süreci çakıştığında, geçici mekan için kullandığımız bir malzeme uzun ömürlü hale getirilerek iç mekanda detayın ya da düğüm noktasının çözümü haline gelebiliyor. Geçici mekanlarda kullandığımız malzeme-ışık ilişkisi iç mekanların odak hali olabiliyor. İşlevler farklılaşsa da kullanım esnasında yaşanılanlar benzerlik gösterebiliyor. Kısacası, çalışmalarımızdaki çeşitliliğin pozitif etkilerini ön planda tutmaya çalışıyoruz ve bunlar da kendiliğinden, dikkat ettiğimiz noktalar haline geliyor.


Yürüttüğünüz geçici mekan tasarımlarında insanlara bir deneyim yaşatmayı hedefliyorsunuz. Yaşanılan bu geçici deneyim sürecinin dünyanın bugünkü tüketim kültürüyle bir ilişkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

A.B.: Tüketim kültürünü önemsiyoruz. Negatif ve pozitif yanlarını önümüze koyuyoruz. Yarattığımız mekanların geçici, yaşattıkları deneyimin ise kalıcı olmasını bekliyoruz. Çoğu zaman da bireysel olarak kullanıcılardan deneyimlerini sosyal medyadan gelen mesajlarla duyma fırsatı yakalayabiliyoruz.

T.K.: Tüketim hızının ve kültürünün etkisini mekanların yaşadığı süreçlerden rahatlıkla okuyabiliyoruz aslında. Dün açılan bir restoran, yarın kapasitesinin üzerinde hizmet veriyor, sonraki gün ise kapatılıyor ve el değiştirip yeniden tasarlanıyor. Ağacan’ın söylediği deneyimin kalıcılığını bu noktada tekrar düşünmek gerekli belki de. Bu kültür sebebi ile yarattığımız mekanlardaki anlar tekrar edildiğinde alışkanlık değil tükenmişlik hissi uyandırmaya başlıyor. Bu da kentsel mekan ve hafıza konularını düşündürtüyor.

"Branded space" üzerine yoğunlaştığınız bir diğer kavram aslında, "geçici mimari" kavramı ile kesiştiği projeleriniz de mevcut. Markalanmış deneyim alanları olarak nitelendirebileceğimiz bu mekanları oluştururken ne gibi öncelikleriniz oluyor, nelerden besleniyorsunuz?

T.K.: Marka alanları, bahsettiğimiz geçici mimari ve iç mekan projelerimizin tam kesişimini oluşturuyor diyebiliriz. Çünkü markalar her iki alanda çalışmaya en alışkın aktörler aslında. Global ve yerel markalarla gerçekleştirdiğimiz birçok projeden sonra, artık “branding” ve marka konumlandırma gibi konulara dair düşüncelerimiz giderek olgunlaşıyor. Bu olgunlaşma pazarlama ve mimarlık kavramlarını zorunlu olarak yan yana düşündürtüyor. Geçici mekanlarda bahsettiğimiz tüm durumlara bir de bu pencereden bakmayı öğreniyoruz. Markaların ilgili departmanları, stratejileri ve konumlandırmalarını düşünerek okazyonda vermek istedikleri mesajın mekan halini bizimle oluşturmaktan keyif alıyor. Bu mekanları çoğu zaman kamusal sergi durumu olarak düşünmek, ulaşmaya çalıştıkları kitlelere mesajlarını daha rahat iletmesini sağlıyor diyebiliriz. Lokasyon özelinde yarattığımız hacim ve işlevlere bir de marka dokunuşu geliyor ve başka durumlara evrilebiliyor. Son zamanlarda kendimizi en çok zorladığımız nokta markanın logosunu ve renklerini kullanmadan mesajı nasıl iletebiliriz sorusu. Boşluk ve doluluklar, malzeme, ışık, ses, bazen koku... Çok heyecan verici gibi gözüken bu durum için markayı iyi tanıyıp çok geniş düşünmek ve düşündürtmek gerekiyor, her marka ile bunu başaramıyoruz.

Bu sıralar üzerinde çalıştığınız, sizi heyecanlandıran projelerinizden bahseder misiniz?

A.B.: Devam eden bir restoran ve birkaç marka alanı projemiz var. Ancak şu sıra özellikle geçici mimari başlığı altında şantiye kapamaları üzerine yaptığımız bir araştırma projemiz üzerine yoğunlaşmış durumdayız. Kamusal cephe, geçici örtü gibi kavramlar hakkında çalışıyoruz. Paylaşmayı sabırsızlıkla beklediğimiz bir araştırma diyebilirim.

Türkiye ve dünyadan son dönemde ilginizi çeken özellikle geçici mimari, kamusal alan gibi konulara yoğunlaşan projeler var mı?

T.K.: Proje özelinde gitmektense sözleri olan kişi ve oluşumlar üzerinden söyleyebiliriz. Bureau Spectacular, Snarkitecture, Studio 11 Minsk, Os & Oos, Santi Zoraidez bize oldukça ilham veren gruplar. Son zamanlarda geçici mimarlık üzerine daha fazla söz söylenmeye başlandı, her okuduğumuz yazı ve incelediğimiz proje bizi heyecanlandırıyor ve kendimizi sorgulama fırsatları yaratıyor.

Sayı 20
Gökhan Demirdöğmez Erdem Varol