Tasarım,
sanat ve fikir kütüphanesi

Gökhan Demirdöğmez

16.05.2018
Sayı 20

“‘Imp’rovize Bir ‘Bakış’tan Dünyanın En İyi Sahnelerine…”

Röportaj: Asya Tuğçe Yaldız


Nefesinizle var ettiğiniz seslerden, sizi var eden nefese ulaşan bir yolculuk hayal edin. Şimdi gözlerinizi kapatın ve dünyanın en iyi sahnelerinde çalmayı, kendi gibi bütün müzisyen arkadaşları için dileyen bir adamın hikayesini, kendi nefesinden dinleyin. Ya da en iyisi dinlerken onun gözlerinin içinden, kendi içinize doğru bir “bakış” atın.

Hepimizin diline pelesenk olmuş ontolojik amaçlarımız; onun için tek bir şeyde nefes bulmuş olacak ki, müzikal kariyerinin dışında belki de sadece “bakış” olarak değerlendirebileceğimiz bu tavrı, gerçek bir misyon tanımıyla buluşturuyor: “Ben onu bulmak için gelmişim!” diyor ve ekliyor: “Ortaya koymam gereken bir şey vardı ve işte şimdi buradayım!”

Kendi yolculuğunun farkına vardığı günden bu yana, yol arkadaşı olarak gördüğü klarnetiyle bir an olsun ayrılmadan, kendi deyimiyle dudak dudağa bir rota çizen sanatçı, buradayım derken de bunun sonsuz bir yolculuk hali olduğunun altını çiziyor. İlk albümü “Bakış”ı babasına ithaf ettiğini öğrendiğimiz Demirdöğmez’in bir klarnet single’ı (tekli) olarak piyasaya sürülen albümünde; “Babam” ve “Bakış” adında iki bestesinin yanı sıra, ağabeyim olarak hitap ettiği Hüsnü Şenlendirici’nin de “Ay Işığı” adında bir eseri bulunuyor.

Kendine has yorumu dışında, Türk müziğinden blues, jazz ve funk müziğine kadar uzanan türleri harmanladığı beste çalışmalarına sahip sanatçının, gelecek projeleri hakkındaki yorumları da hepimizi şaşırtacak işlerin kapıda olduğunu haber veriyor. Konuşmamız sırasında ikinci single’ı “IMP”yi henüz kaydeden Demirdöğmez, söyleşimizi yayınladığımız tarihlerde IMP’nin de piyasaya çıkmış olacağını müjdeliyor.


Nasıl başladı bu yolculuk? Bildiğim kadarıyla biraz aykırı bir örneksin?

Eskişehir’de farklı bir bölümde okurken, Gemlikli bir arkadaşım vasıtasıyla bir gece Gemlik’te klarnetle tanıştım. Albümde yazdığım gibi de aynı gece ayrıldım. Sonra Mersin’de Süleyman Hocam (Örs) ile tanıştık ve devam ettim. Evet, biraz aykırı çünkü 23 yaşından sonra başka bir hayat seçmek, herkesin kabul edebildiği bir durum değil. Ben sadece klarnet çalmak istiyordum. Biraz eğitim aldıktan sonra konservatuvara gitmeye karar verdim - ki beni almayacaklarına emindim, yine de denemek istedim. (Gülüyor.) Sonunda kazandım!

Albüm fikri var mıydı?

Hayır, hiç yoktu. Konservatuvar sürecinde bestelerim olsa da böyle bir fikrim yoktu, sadece kendi müziğimi yapmak istiyordum. Albüm yapmak için de yapmadım aslında, ben kendime bir yol açmaya çalışıyordum, hepsi bu.

Kendi müziğin olarak tanımladığın bir tarz var mı?

Kendi “bestem” olarak tanımladığım bir tarz var. En belirgin özelliği de sizde uyandırdıkları sanırım. Çünkü şarkının beni götürdüğü yer belli ama asıl ona şekil verecek olan sizin hissettikleriniz. Bu yüzden yorumlarınız benim için çok önemli.

Albümde “Babam” adlı bir beste var, çok fazla ses getirdi o…

Babamı 2016 yılının Temmuz ayında kaybettik. Aslında bir dönüm noktası oldu, böyle olduğunu ben birkaç ay sonra kendime geldiğimde fark edebildim. “Babam” bestesinden sonra bir dönüşüm oldu ve kimseyle çalmak istemedim. Yıllardır farklı farklı sanatçılarla çalışmama ve onlara eşlik etmeme rağmen, artık yalnızca kendi müziğimi yapmak istedim. Bu süreçte yeni bir yola girdim, eğitim vermeye başladım ve kendi okulumu açtım. Tam bu süreçte “Babam”ı küçük bir melodi olarak klarnetle kaydettim ve ara bölümleri piyano ile çalıp tamamladım. Sonra onu Hüsnü Şenlendirici’ye dinletme fırsatı buldum. Bu durumu rüyamda görsem, Hüsnü Abi’nin benim bestemi klarnetle yorumladığını falan görürdüm sanırım ama bir mucize oldu ve Hüsnü Abi benim bestemi piyano ile çalarken ben yanında klarnet çalmaya çalışıyordum. O geceyi hiç unutamayacağım!



Hüsnü Şenlendirici ile tanışman nasıl oldu?

Benim konservatuvardaki bitirme tezim, Mustafa Kandıralı’nın hayatı üzerineydi ve bununla ilgili Türkiye’nin en iyi klarnetçileriyle konuşmak istiyordum. Hüsnü Şenlendirici zaten benim için idol idi hep. Menajerinden rica etmiştim, sağ olsun beni kırmadı. Hüsnü Abi uzun uzun mu anlatayım yoksa kısaca mı diye sorduğunda, “Abi sabaha kadar anlatır mısın?” dediğimi hatırlıyorum. Bana Mustafa Kandıralı için klarnetin Atatürk’ü demişti, hiç unutmuyorum. Hüsnü Şenlendirici’nin bütün konserlerine gidiyordum, hep en önde dinliyordum, gözlerimi ayırmadan… Ara ara karşılaşıyorduk kendisiyle. Bir gün bizi evine davet ettiğinde bestemi dinleyip çaldı ve ertesi gün bana albümümde çalmam için bir bestesini hediye ettiğini yazan o efsane mesajı gönderdi. (Gözleri doluyor.) Albümün adı da onun sayesinde gelişti. Öncesinde “Nefes” ismindeki bestemi dinlediğinde “Ben dünyanın pek çok yerinde konserler veriyorum ama ben çalarken bana, böyle gözlerle bakan bir adam daha görmedim” dedi. O an kendi adım da dahil bütün isimler bakış olabilirdi ki nihayetinde albümün adı da oldu.

Senden duyduğum en farklı şey, bütün dünya müzisyenlerine aynı dilekte bulunuyor olman…

Evet,  dünyanın en iyi sahnelerinde çalalım; hepimiz. Kim bilir belki bir gün devasa bir sahnede yirmi klarnetçi birden harika bir iş çıkarırız. Neden olmasın?

Çaldığım en özel sahne diyebileceğin bir yer var mı?

Mersin’deki Palmiye Düğün Salonu. Çok ciddiyim! Çünkü ilk sahnemdi ve orda çalabilmek için aynı salonda defalarca düğüne katılıp izin vermedikleri için geri dönmek zorunda kalmıştım. Annem her gün “Bugün çaldırdılar mı oğlum?” diye soruyordu ve çok üzülüyordu.

Biliyor musun, her müzisyenin mutlaka hayatında bir defa bunu deneyimlemesi gerektiğine inanıyorum. Bir de şu var… Ben klarneti nerede çalarsam çalayım, çok mutluydum. Yani sokakta ya da kocaman bir salonda, hiç fark etmez. Bunu aşkla yaptığında, orası dünyanın en iyi sahnesi… Sonra başka ülkelerde ve şehirlerde birçok konserler verdim. Avustralya Sidney’de, Azerbaycan Targovi’de, Londra Peddington’da, Kuveyt’te ve Cidde’de de çaldım ama orayı hiçbir zaman unutmayacağım.

Müzikal kimliğini inşa ederken, bugünkü Demirdöğmez imzasını oluşturan en önemli dinamikler nelerdi?

Açık konuşacağım. Bir konservatuvarlı olarak, aslında bu işin tam olarak bir çeşit usta-çırak ilişkisiyle ilerlediğini söylemeliyim. Ben yalnızca klarnet çalmak istiyordum. Siz de eğer akademisyen olmak istemiyorsanız, konservatuvar okumak zorunda falan değilsiniz. Yani bir hocayla beraber çalmak, başka başka işlerde, projelerde yer almak ve salt müzik için bu işi yapmak kimliğinizi oluşturuyor sanırım.

Beraber çalmayı hayal ettiğin isimler var mı?

Bu biraz büyük bir soru çünkü benim beraber çalmak istediğim değil de çok sevdiğim müzisyenler var. Hüsnü Şenlendirici benim için idol zaten. Burhan Öcal’ı da çok seviyorum ve vizyonuna hayranım. Martin Fröst var, aramızda yaptığımız müzik konusunda uçurumlar olmasına rağmen. Levent Altındağ ile sadece bir saat çalışma imkanı buldum ama hayatımın en unutulmaz bir saati olduğunu söyleyebilirim. Yanından ayrıldığımda klarnetimin tonu değişmişti. Hayata bakışımı da etkiledi. Bir saatte yeni bir diploma kazandırdı bana.

İlk albümünü değerlendirmen gerekirse, nerede görüyorsun bu işi?

İlk albümü stüdyoda çaldığım gün bitirdim kafamda ve “Evet, şimdi ne yapıyoruz?” sorusunu düşünmeye başladım. İlk albüm çıktığı gibi, ikinci albüm için stüdyoya girmeye karar verdim. Belki genel olarak çok kısa bir süreç gibi görünebilir ancak inan benim için çok uzun. Ben hep kendi müziğimi hayal ederek yaşadım. Bu yüzden de hem bir an önce çalışmaya başlamak, hem de en ufak ayrıntısına kadar içime sinsin istiyorum. “Bakış” albümü sound olarak çok içime sindi fakat bir sonraki single bambaşka bir sound’a sahip olmalıydı mesela. Bunun için belki de biraz risk almam gerekiyordu. Tek şarkı ve format olarak çok başka… Aranje olarak ben nasıl bir altyapıyla çalarsam çalayım, bir şekilde kendimi çıkarıyorum ortaya ve açıkçası bundan da sıyrılmaya niyetim yok. Fakat yeni single’ın sound’u benim bile alışık olmadığım bir tarz olmakla beraber, bir yandan da çok yatkın olduğum ve içinde kendimi çok iyi hissettiğim bir sound. Çok dinlediğim ama klarneti içerisine hiç empoze etmediğim bir durum var bu tek parçada. “Bakış” albümüne de bir yandan çok güveniyorum çünkü “Bakış” ikinci albümüm olsaydı, o zaman bu kadar net konuşamayabilirdim. En çok da insanlar daha albüm çıkmadan bestelerimi sosyal medyada çalıp paylaştıklarında, demek ki onlara ulaşabilen melodiler üretiyorum dedim ve ilerlemeye başladım. Ne üretirsem üreteyim, kime hitap ederse etsin, yine benim gibi bir şey çıkacak ortaya, buna eminim.

Ben özellikle ikinci albümünde Ibrahim Maalouf ve Mark Eliyahu sound’una yakın bir şeyler hissettim, sen ne düşünüyorsun?

Her ikisi de hayatımda aldığım kararlarda durup baktığım adamlar. Ibrahim Maalouf’un izlediğim konserleri, kendimi içinde görmekten keyif alacağım sound ve ambiyansa sahip. Maalouf tam bir artist bana göre! Mark Eliyahu içinse oldukça özgün olduğunu söyleyebilirim. En etkilendiğim yanı, beğendirme arzusu gütmeden kendi müziğini yapması… Bu yüzden çok teşekkür ederim sana, her ikisi de sevdiğim müzisyenler. Haklı da görüyorum yakınlık kurmanı, çünkü hem sound olarak Maalouf’unkine yakın bir tarzda kendimi özgür hissediyorum, hem de asla ısmarlama bir iş yapamayacak oluşumla Mark’la bir yakınlık hissediyorum.

Yeni single “IMP” ile ilgili söylemek istediğin bir şey var mı?

“Canım IMP!” demek istiyorum. (Gözlerinin içi gülüyor.) Evet, çok başka bir tarz ve kesinlikle tamamen kendimi bulduğum bir iş. Bu yüzden, kime hitap ettiğiyle hiç ilgilenmiyorum. Canım IMP!

Canımız IMP… Peki, bu yolda ilerleyen müzisyenlere ve dinleyicilerine söylemek istediğin bir şey var mı?

Anlatırken gözlerinizin parlamadığı hiçbir işi yapmayın! Ben hâlâ her konser sabahı, koşmak istiyorum. Uçağa gitmek için müthiş bir heyecanla çıkıyorum yola. Siz de sizi böyle hissettirecek bir yol açın kendinize ve her zaman dediğim gibi, dünyanın en iyi sahnelerinde çalalım!

Çok teşekkür ederim bu samimi söyleşi için.

Ben çok eğlendim, ben teşekkür ederim…



Kapak Çizimi: Ethem Onur Bilgiç

Sayı 20
Sylvia Plath BARN Arch